2019’un son ayında kulağımıza gelen haberler, 2020’nin Mart ayında kapımıza bir bilinmezlik ve panik olarak dayandı, pek çoklarımızın daha önceden duymadığı, bilmediği bir “şeyle” karşı karşıyaydık tüm dünya olarak. Sağlığımızın, sosyal hayatımızın, psikolojik durumumuzun, aile hayatımızın, iş hayatımızın kısacası “wellbeing” denilen, “iyi olma halimizin” ne halde olacağını tahmin edemediğimiz bir döneme başlıyorduk.
Bu yazının konusu, dönemin her açıdan analizi değil tabi ki, bunu herhangi bir profesyonelin tek başına yapması mümkün değil, zira binlerce parametrenin olduğu bir durumdu, o yüzden herkes kendi bildiği açıdan değerlendirdi, değerlendirmeye çalıştı, çözümler aradı, denedi yanıldı hala denemeye devam ediyor ve tabi ki yanılmaya da.
Bu dönemde iş hayatı da pek çok sınav verdi ve vermeye devam ediyor. İlk hareketler, sağlığı korumaya yönelik oldu; sağlığı güvende tutmak. Onu psikolojik olarak güvende hissetme kısmı takip etti. Bu sıralama doğrudur yanlıştır, başka bir konu, ancak gördüğüm bir şey var ki sağlığı güvence altına almak için yapılanların pek çoğu psikolojik anlamda da olumlu ya da olumsuz pek çok etkiye neden oldu; bir günde kapanan ofisler, ihtiyaç duyulan ekipmanlar olmaksızın evden çalışmalar, teknoloji ile insanoğlunun hiç olmadığı kadar iç içe geçmesi, “uzaktan çalışmanın” aslında “birbirimizden uzakta çalışma” şekline bürünmesi.
Geçtiğimiz 1,5 yıllık dönemde farklı çalışma modellerine geçti şirketler, tam uzaktan, tam sahadan, karma model gibi. Bu modellere geçişte düşünülen yine sağlığın güvende olması oldu çoğunlukla, ama önemli konular da atlandı, işin gereklikleri, şirket içi adalet duygusu, yönetsel boşluklar vb. ki, bu derinlemesine olarak ele alınacağı başka bir yazının konusu.
Aşılanma oranlarının yükselmesi ile birlikte şirketler ofislere dönme planlarını yapıyorlar, bazıları da planlarını yaptı diyebiliriz, devreye alanlar da oldu, ama bir tedirginlik duygusu ya da hemen geçtiğimiz 18 aylık dönemdeki çalışma modeline dönebilecek şekilde bir yaklaşım ile. Doğru mu, bir açıdan evet, çünkü halen ortada belirsizliğini koruyan bir durum söz konusu, geçtiğimiz dönemin hepimize öğrettiği bir şey varsa o da “hızlı adapte olabilme becerisinin hayat kurtardığı” oldu, bundan dolayı da hemen önceki yapıya dönebilecek şekilde bir hazırlanma var.
Bu yazı, özünde ofise dönüş ile ilgili. 18 ay öncesinde kadar uzun saatlerimizi harcayarak vardığımız, tüm günümüzü geçirdiğimiz, dönüşte de benzer bir saat sarfiyatının ardından kısa bir süreliğine geçici ikametgahımız olan eve “şöyle bir uğrayıp” sonra da geri döndüğümüz mekanlarla ilgili.
Pandemi ile önemi daha bir görülse de, uzun zamanlarımızı geçirdiğimiz ofislerin çalışanlar için nasıl bir deneyim yarattığı her zaman önemliydi; ancak belirttiğim gibi çok da öncelikli bir konu değildi. Fakat “birbirimizden uzakta çalıştığımız” dönem gösterdi ki, aslında o mekanlar pek çok açıdan bizlerin “iyi olma halini” etkileyen söyleyecek “sözü” olan yerlermiş. Birlikte çalışma, sosyalleşme, üretme, nefes alma, iletişim ve ilişki kurma üzerinde çok önemli etkileri varmış. Bunu fark eden şirketler, çalışanlarının daha iyi bir deneyim yaşamalarını sağlamak için fiziksel çalışma mekanlarını tasarlamalarını gerektiğini fark ettiler ve çalışmalar başlattılar. Bazı şirketler ise henüz tam olarak bunu fark edemediler.
Yeni çalışma modelleri, bundan sonra da hayatımızda olacak. İş görüşmelerinde adayların İnsan Kaynakları'na yönelttiği sorular listesinde çoktan yerini aldı, mevcut çalışanlarımızın da kafasında önemli bir konu. Dolayısıyla, pandemi vb. kriz durumları bağımsız “yeni çalışma modellerinin oluşturulması”, zaten ajandaların olmazsa olmazı olmak durumunda. Bu çerçevede çalışma mekanlarının tasarımı da, önemli bir unsur olarak ajandanın bir parçası oldu. Ofislerin aslında bize neler sağladığını unutmadan uygun tasarımların yapılması, bir gereklilik haline geldi.
Peki bunun sorumlusu kim? İnsan Kaynakları, İç Mimarlar, İcra Kurulu, Kurumsal İletişim, İdari İşler? Hiçbiri ya da eksik ama hepsi. Evet, bahsettiğimiz bu pozisyonlar tasarımların hayata geçirilmesinde önemli bir role sahipler ancak nasıl bir ortam istedikleri konusunda en iyi fikirleri ortaya koyabilecek olanlar, “o ortamlarda deneyim edinecek olan çalışanlar”ın tam da kendisi. Farklı personaları temsil edebilecek çalışanlarınızdan oluşan proje ekiplerine bırakalım tasarım işini, İnsan Odaklı Tasarım yaklaşımını öğretelim, çalışma arkadaşlarını dinleyecekleri, onların beklentilerini, acı noktalarını ve kazanım noktalarını öğrenmelerine yardımcı olacak araştırma tekniklerini öğretelim, sonra bırakalım tasarımlarını yapsınlar, sunsunlar, nasıl bir çalışma ortamı istediklerini ortaya koysunlar.
Merak edenler için hemen söyleyelim, organize sanayide olan fabrikanızdaki ofislerini, iş kulelerine taşıma, binayı komple yıkıp yeniden yapma, bilançolarda kocaman bir delik açılmasına neden olacak maliyetler içeren mobilyalar alma, stok alanlarınızı tamamen ortadan kaldırıp devasa spor salonları yapma gibi tasarım önerileri oluşturmadıklarını bizzat gördük. Neden mi? Çünkü onlar bizim çalışanlarımız. Ürünlerimizi, hizmetlerimizi, tedarikçilerimizi, müşterilerimizi, çalışma arkadaşlarımızı, markamızı kısaca şirketlerimizin geleceğini emanet edecek kadar güvendiğimiz çalışma arkadaşlarımız.
İzin verin, size tasarımlarını anlatma fırsatları olsun, nasıl bir ofis deneyimi yaşadıklarında daha keyifli, verimli ve üretken olabileceklerini sizinle paylaşsınlar, sözün özü “başka bir ofisin mümkün olduğunu” göstersinler.
Dr. Senem ERDEM ALBAŞ
Adisa Danışmanlık
Daha Fazla Daha Az