Yöneticilik zor meslek. Nisan 2002’de Harvard Business Review Dergisi’nde yayınlanan ‘acemi yöneticileri kendilerinden korumak’ makalesinde vurgulandığı gibi hele bir de bu mesleğin acemisi olduğunuzda.
Maalesef iş yaşamında çok sık karşılaşılan bir sorun bu. Sorun aslında yöneticinin ilk atama kararı ile başlıyor. Genelde şirketler yönetici ataması yaparken öncelikle o konuda teknik açıdan en uzman kişilerini öncelikli aday olarak görüyorlar. Şöyle bir beklentileri var... Her iyi uzman, iyi bir yönetici olur.
Ancak çoğu durumda, bu pek de öyle olmuyor. İyi yöneticilerin önemli bir kısmı geçmişlerinde iyi uzmanlar ancak, her iyi uzmandan da iyi yönetici olmuyor. Öyleyse ne yapmalı? Öncelikle doğru yöneticiyi seçmekle işe başlamalıyız. Bu süreçte kişilerin teknik yetkinliklerin daha ziyade yöneticilik yetkinliklerini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu noktada hemen şu soru gündeme geliyor: Yöneticilik yetkinlikleri nedir?
Yöneticilik yetkinlikleri günden güne değişiyor. Eskiden otokratik, karizmatik gibi bol ‘tik’li nitelikler makbul iken günümüzde ‘en’ ile biten nitelemeler ön plana çıkıyor: ‘yönlendiren, yol gösteren vb.’
Benim en çok hoşuma giden ise, ‘geliştiren’ nitelemesi. Geliştirme fiili, içinde hem içsel hem de dışsal boyut barındırıyor. Diğer bir değişle bu tarz yöneticiler hem iş yaşamında hem de özel yaşamında gelişirken şahsen çeşitli kazanımlar elde ediyor, diğer yandan ekibini de geliştirerek onlara fayda sağlıyor.
Maalesef yukarıdaki denklemi kolayca farketmek ve kabullenmek her yöneticinin harcı değil, hatta böyle yöneticilere rastlamak pek de mümkün değil.
Biraz bu konunun nedenlerine girelim.
Öncelikle iş yaşamı alışkanlıkları, yöneticilerimizin önüne bazı yanlış/zararlı inançlar koyuyor. Örneğin; yeni atanan yöneticilerimize performans tanımlarının değiştiğini farkettiremiyoruz. Yeni atanan yöneticimiz hala daha performansının bireysel çabasına göre değerlendirildiğini ve iş sonuçların elde edilmesine operasyonel düzeyde bizzat katkı sağladığında başarılı bulunacağını düşünüyor. Halbuki ondan, ekibinin yarattığı sonuçlara odaklanmasını istediğimizi bilmeden.
Diğer bir yanlış inanış ise, mükemmel iş sonuçlarına ancak işi bizzat kendimiz yaptığımızda ulaşabileceğimizi düşünmemiz. Sanki bazı işlerimizi başkalarına delege ettiğimizde bunun asla başarılı olamayacağından emin olmamız gibi.
Bir de boynuzun kulağı geçme hadisesi var ki, tam bir salgın gibi birçok yöneticinin en korkulu rüyası. Aman adam yetiştirme, yerini almasın kaygısı.
Aslında bakarsanız, yukarıda sıraladığımız tüm nedenler yöneticileri içinden çıkılmaz bir sarmalın içersine sokuyor. Sonucunda, işten bir türlü zamanında çıkamayan, eşiyle ve çoçukları ile sorunları giderek artan, işlere yetişemediği için üst yönetim tarafından takdir edilmeyen, ekip üyeleri tarafından saygı görmeyen bir sürü yönetici.
Bu fasit daireyi kırmanın yolu biraz da yöneticinin kendisine bağlı. Nereden mi başlamalı işe; öncelikle kişisel değer ve inanış sistemlerini sorgulamalı yönetici. Kendisini adeta bu konuda teste tabi tutmalı, iş yaşamını ve yöneticiliği nasıl görüyor. Yönetim Bilimi düşünürü Mc Gregor’un tanımladığı X tipi yönetici tarzında olduğu gibi; şüpheci, kontrol etmeyi seven, güvenme konusunda çok ihtiyatlı, öğretmeyle ve paylaşmayla pek hoşlaşmayan tarzda bir yönetici olmaktan çıkıp biraz daha geliştiren yönetici tarzına yönelmeye çalışmalı.
Tabiri caizse, biraz da vidaları gevşeten, biraz daha mesafeleri azaltan bir tarza yönelmeli. Tabii ki burada laçka olmayı kastetmiyorum. Durumsal olarak bu dengeyi koruyan bununla birlikte yetkisini delege edebileceği ve zorlu hedeflere ulaşabileceği bir ekibi oluşturmayı aklından çıkarmayan, hatta bu amaç doğrultusunda her fırsatı değerlendiren bir yöneticilik tarzını kast ediyorum. Ben bu tarza geliştiren liderlik diyorum.
Bugünlerde herkesin söylemine giren (tam olarak anlaşıldığından emin olamadığım) kazan-kazan ilkesinin bu tarz bir yönetim yaklaşımı ile yaşama geçebileceğini düşünüyorum. Bu ilkenin yaşama geçmesinin doğal bir sonucu olarak da yönetici-çalışan ilişkisinin süreklilik ve tutarlılık kazanacağına inanıyorum.
Daha Fazla Daha Az