Geçenlerde birisi beni aramış. Ofiste yoktum. Arkadaşlarım arayan kişinin bilgilerini almış. Dönünce kendisini aradım. Telefonu orta yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir hanımefendi açtı. Kendimi tanıtınca şaşırdı. Galiba hızlı geri dönüş beklemiyordu. Kendisi hakkında pek fazla bilgi vermedi. Beni arama nedeni, bir yakını ile ilgiliymiş. Yakını daha önceden benim bir eğitimime katılmış ve anladığım kadarıyla kendisine benden bahsetmiş.
Lafı uzatmadan söze girdi:
"… çok çalışıyor. Ama öyle böyle çalışmak değil. Bayram, seyran, haftasonu, tatil demeden sürekli işte. Çocuklar neredeyse babalarını görmeden büyüdüler diyebilirim. Eşi ile boşanmanın arifesine gelmiş durumdalar. Ayrıca fiziksel sorunlar da baş göstermeye başladı. Tüm bunların neticesinde psikolojik sorunlarla karşı karşıya olduğunu da görüyorum..."
Anlayacağınız üzere yokuşta freni patlamış bir kamyon misali araç hızla aşağıya gidiyor, büyük bir kaza an meselesi.
Telefondaki hanımefendi, sorunları tüm detayları ile ortaya koyduktan sonra benden akıl almaya çalıştı. Belli ki bu duruma seyirci kalmayıp bir şeyler yapmaya çalışıyor ve son umut olarak beni görüyor, ancak içinde bulunulan durumun hiç de iç açıcı olmadığının farkında. Yarım saat görüştük. Kendisine birkaç öneride bulundum. Derdini benimle paylaştığı için biraz rahatladı, teşekkür etti ve ardından telefonu kapattı.
Telefonu kapattıktan sonra içim burkuldu. Kırklı yaşlara gelmiş, iyi eğitim görmüş, şirketinin potansiyel yönetim kadrosunda gördüğü bir kişinin böylesine bir sarmalın içine girmesi ve mutsuz sona doğru hızla yaklaşması insanı gerçekten üzüyor. Aslında bu duruma düşen kişilerin sayısı hiç de az değil.
Çok çalışmak zaman zaman kaçınılmaz olabilir. Proje çalışmalarında, yıl sonu gibi özel dönemlerde tempo artabilir, çalışma süreleri uzayabilir. Ancak bu, normal akışın temposu olamaz, yıllarca süremez. Birşeyler başarmak isteyen ve bunun da karşılığında takdir görmeyi arzulayan bir yapınız varsa “delice çalışma sarmalının” içine düşmeniz işten bile değil. Hele bir de adam kullanmayı iyi bilen hatta zaman zaman işi iyice abartan bir yöneticiniz varsa ipin ucu tam olarak kaçabiliyor.
Çok fazla çalışmak çoğu kez saadet getirmiyor. Ya çok çalışmanın karşılığında vadedilen şeylerin bir kısmı yerine getirilmediğinde hayal kırıklığına uğruyorsunuz ya da böyle çalışmazsan işini, konumu kaybedersin taciziyle karşılaşıp kendinizi köşeye sıkışmış hissediyorsunuz.
Bu durum karşısında insanın aklı doğal olarak karışıyor, dengesi bozuluyor. Bir yanda o güne kadar yatırım yaptığı ve bir şekilde kaybetmeyi göze alamadığı kariyeri diğer yanda bu kötü gidişe dur demeye çalışan bünyesi ve sevenleri.
Aslında insan bir bütün. İnsanın hayat enerjisini kaybetmeden yaşamını sürdürebilmesi için başta fiziksel ardından da duygusal kapasitesini iyi yönetmesi gerekiyor.
Bu yazıya konu olan kişi gibi hem fiziksel hem de duygusal kapasitesini ciddi miktarda zayıflatan kişiler, zihinsel kapasitelerini kullanma becerilerinden istediği oranda yararlanamıyorlar. Nitekim bu yüzden bu tarz kişiler bırakın kariyer yapmayı yalnızca birilerinin işini yapan, o işi kaybetmekten korkan, işi bittiği an buruşturulup bir kenara atılan kişiler haline geliyorlar.
Fiziksel ve duygusal kapasitemizdeki eksiklerimizin etkisini 40’lı yaşları aşıp, 50’lere 60’lara yaklaştığımızda daha net görüyoruz. Başlayan sağlık problemleri enerjimizi alıp götürüyor. Hatta bazı sağlık krizleri yaşayarak sürekli veya kısmi zamanlı ara vermeler ile karşılaşıyoruz. Diğer yandan eşinden boşanmalar ve ardından gelen yalnızlık, hele bir de varsa çocukların bundan olumsuz etkilenmesi insanın duygusal kapasitesini adeta sıfırlıyor.
Hayat bir denge oyunu ancak bu oyundaki unsurların birbirine göre bir öncelik sırası var. Önce fiziksel sağlığımız, dinçliğimiz daha sonra sevdiklerimizden aldığımız duygusal doyumumuz ardından da zihinsel kapasitemizi kullanarak elde ettiğimiz başarma hazzı geliyor.
Birçok genç yalnız ama yalnız zihinsel kapasitesine yatırım yapıyor. Çünkü bu yönde eğitiliyor ve böyle güdüleniyor. Gelin görün ki, zihinsel kapasiteye gelinceye kadar iki önemli kademe atlanıyor.
Çalışanın, çalışma temposunu ayarlamak ve dengesizlikleri gidermek yalnızca çalışan kişinin etki alanında değil. İlk yöneticisinin ve insan kaynakları biriminin de bu çalışana yardımcı olması gerekiyor.
Tabii ki, yöneticiler ve insan kaynakları uzmanları çalışanlardan maksimum performans almak için çaba göstermeliler. Bu görev onların asli sorumluluklarının başında geliyor. Bununla birlikte yüksek performans çok çalışmak anlamına gelmiyor. Bu yüzden, çok çalışmanın esiri olmuş çalışanları görüp onları düze çıkarmak için uğraş verecek tarafların başında o çalışanın yöneticisi ve insan kaynakları uzmanları geliyor.
Maalesef bu taraflar zaman zaman sorunu görmezden gelip kayıtsız kalmayı tercih edebiliyor hatta ateşe körükle gidip sorunu daha da çözülmez bir hale getirebiliyorlar. Yalnızca günü kurtarmaya çalışmayan, geleceği düşünen yöneticiler ve iyi insan kaynakları uzmanları ise çalışma temposunu abartan çalışanları farkediyor, iş yaşamının 100 metre koşusu değil maraton olduğunu onlara güzel bir şekilde anlatıyor. Bu çalışanların çalışma koşullarını iyileştirerek kendilerini düze çıkarıyor.
Herhalde uzun vadede hem çalışan açısından hem de şirket açısından doğru ve yararlı olan bu...
Daha Fazla Daha Az