Gelin çocukluğumuza geri dönelim.
Okulda oyun oynayan arkadaşlarımızın bizi oyuna dahil etmediğinde neler hissettiğimiz hatırlayalım.
İsterseniz önce başlayayım.
Uzun yıllardır birlikte oynayan bir basketbol takımına, yeni bir oyuncu olarak seçilmiştim. Ne antrenmanda ne maçta bana pas atılmadığını bugün gibi hatırlıyorum. O günlerde yaşadığım dışlanmışlık ve yalnızlık duygusu hala beni etkiler.
Diğer yandan da başka bir takıma geçiş yaptığımda o takımın bana nasıl hoş geldin dediğini ve hemen içlerine dahil ettiğini daha farklı duygularla hatırlıyorum. O takımdaki arkadaşlarımla keyif içinde ne güzel maçlar yaptığımı ve zamanın nasılda su gibi akıp geçtiği mutluluk içinde anımsıyorum.
İşte yaşadığım bu mutluluk duygusuna bağlılık deniyor. Oyunun içinde olduğunu hissettiğin ve içinde olmaktan mutluluk duyduğun anlar, sende bağlılık duygusu yaratıyor.
Maalesef iş hayatında oyuna kolay kolay dahil olamayabiliyoruz.
Bazen birlikte çalıştığımız kişiler bizi oyuna sokmak konusunda istekli olmuyor. Kendilerini göstermeyi önemseyen, yeni alternatiflerin kendine rakip olduğunu düşünen bu tarz kişiler, çevresinde o kadar geçilmez duvarlar örüyorlar ki; sizin bu engelleri aşıp oyuna dahil olmanız neredeyse imkânsız bir hal alıyor. Özellikle de içe dönük, geleneksel kurum kültürlerinde dışarıdan gelen yeniler bu duvara çarpıp çoğu kez kısa sürede oradan ayrılmak zorunda kalıyor.
Bazen de çok masumane bir şekilde bazılarımız, hiç de farkında olmadan kuruma aşırı bağlılıklarından olsa gerek her işe atlayıp çevresindeki kişilere iş/oyun alanı bırakmıyor.
Açıkçası nedeni ne olursa olsun günümüz çalışanlarının oyunun içinde olmadığı her an, o kişinin bağlılığından bir parçayı alıp götürüyor. İster katılım değin, isterse şirket içi rol paylaşımı her geçen gün çalışanların oyunun içinde olma isteği artarak büyüyor.
Artık genci yaşlısı, mavisi beyazı, X’si Y’si herkes; oyunun içinde olma taleplerini net bir biçimde iletiyorlar. Eğer bir sunum hazırladıysa bunu sunumu sunmak, bu mümkün değilse en azından sunum sırasında orada bulunmak kendisinin doğal bir hakkı olduğunu düşünüyor. Heyecanlı ve farklı projelerin içerisinde belirli azınlığın yer alması oyunun dışında kalmak anlamında yorumlanıyor. Kritik toplantılara katılmak, buralarda söz almak ve fikrini söylemek herkesin doğal bir hakkı olarak görülüyor. Kimse artık seyirci olmak istemiyor, oyunda mümkün olduğunca etkin rol almak istiyor.
Gördüğünüz gibi oyunun içinde olmak pikniklere katılmak, sosyal medyada haberlerini “like”lamak, şirket fotoğrafında en önde durmak gibi şekilsel olgularla olmuyor. Karar süreçlerine dahil olmak, yaptığını sunmak, fikrini özgürce savunabilmekten geçiyor.
Herkesin bağlılığı artırmak için sihirli formüller aradığı bugünlerde çözümün bu kadar basit ve yanı başımızda olması aslında ne garip. Ancak unutmayalım ki; bir kişiyi oyun içine almak demek birilerinin bir şeylerden fedakârlık yapması anlamına geliyor. Bir kişiye bir oyun alanı açmak, oyunu öğretmek, yardımlaşmak ve hatta zaman zaman onun ön plana çıkmasını hazmetmek her baba yiğittin harcı olmuyor.
Maalesef bu hasletler nadir sayıda insanda bulunuyor. Bu tür insanları bulup şirketine kazandırmış şirketler ise diğerlerine göre fark yaratıp süreklilik ve kalıcılık yönünde önemli adımlar atmış oluyor.
More Less