İş yaşamında biraz eskiye gittiğimizde Anadolu’da şöyle bir görüşün egemen olduğunu görüyoruz: Biz memleketimizde işleri bir yere kadar getirdik, daha büyük bir iş hacmine sahip olmak istiyorsak İstanbul'a taşınmalıyız!
Nitekim bu görüşün peşinden binlerce patron, her ne kadar fabrikaları Anadolu’da kaldıysa da şirket merkezlerini hatta evlerini İstanbul'a taşıdılar. Haklıydılar. Şöyle ki; o zamanlarda internet yoktu, uçak seferleri seyrekti ve çok pahalıydı. Ticaret İstanbul'da dönüyordu ve Anadolu'da sizi birilerinin bulması ve sizinle ticaret yapması çok zordu. Ayrıca o dönemlerde nitelikli iş gücünü Anadolu'da bulmak neredeyse imkansızdı. Nitekim üniversiteler 3-5 büyük şehre toplanmış ve parlak gençler okumaya bu şehirlere gidiyordu. Bu gençlerden tekrar memleketine dönenler yok denilecek kadar azdı.
Aradan yıllar, köprülerin altından sular geçti. Ve ben bu görüşe taban tabana zıt bir yeni dönemin izleri belirginleşmeye başladı: Anadolu’da faaliyet gösteren ya da bir şekilde hala bağı olan patronlar Anadolu'nun hikmetini fark ettiler ve işlerinin merkezini Anadolu da tutmayı tercih ettiler. Bence de çok iyi ettiler.
Gerekçelerin gelin, günümüz İstanbul’undaki yaşam şartlarını analiz ederek sıralayalım.
Her ne kadar yeni ulaşım olanakları artsa da İstanbul’da en yakın iş yerine ulaşım olanağı 45 dakika ile 120 dakika arası değişiyor. Bunun bir de geri dönüşü olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Yaşam maliyetleri deseniz ülkenin en sınırlarını zorluyor, Avrupa kapılarına dayanıyor. Ev fiyatları ve kiralar başını almış gitmiş durumda. Özel okul dışında nitelikli eğitim veren eğitim kurumlarının sayısı hızla azalıyor ve bu okullarda çocuklar çok kalabalık bir ortam da eğitim görüyorlar. Nitelikli iş gücüne İstanbul'da da ulaşmak belki de Anadolu'dan ulaşmaktan daha güç bir hal aldı. Ayrıca İstanbul’un çalışanları iş yerlerine “ana cadde esnafı” muamelesi yapıyor: “Çalışırım, baktım olmuyor yan tarafa sıçrarım. Bu kalabalıkta kim kime dumduma” Nitekim işten ayrılma oranları da bize bu durumu bilimsel olarak kanıtlıyor. Ayrıca aklı karıştıran iş teklifleri haddinden fazla gıdıklıyor herkesi. Bunun sonucunda, çalışanlar ve yöneticiler hangi şirkete çalıştığını hatırlamaz bir hale geliyor.
Diğer yandan Anadolu öyle mi! Manisa, Denizli, Eskişehir, Gaziantep, Kayseri, Konya gibi illerimizde işe odaklamak İstanbul'a göre çok daha kolay. Elde ettiğiniz gelirle bu şehirlerde daha konforlu bir yaşam sürebiliyorsunuz. Çocuğunuzu oradaki en iyi okula gönderebiliyor, gıdanın en doğalını, ilişkilerin daha sıcağını yaşayabiliyorsunuz. Nitekim tüm İstanbul ilk tatil fırsatında nimetlerden yararlanmak için bu yörelere akın ediyor. Sosyal yaşamdaki mazbut imkanlar, çocukların hayatının merkezine okulu, çalışanın ise işini ve ailesini koyuyor. Dikkat dağıtan uyaranların azlığıyla kolaylaşan odaklanma beraberinde başarıyı getiriyor. İnsanlar küçük çevrede yaşadıkları için iş teklif ederken de ayrılırken de daha dikkatli davranıyor. En azından müsaade Anadolu’dan ulaşım maksimum 2 saat sürüyor. Görüntülü video görüşme imkanları zaten çoğu kez seyahat etmeyi gerekli olmaktan uzaklaştırıyor. Bir tek İstanbul'a eğitim, kongre ve kritik toplantı için gidiliyor ki; bu da arının çiçeğin en kıymetli özünü toplamasına benziyor.
Anadolu’da iş yapmanın tek derdi biraz nabızların yavaş atması ve bir de ilişkilere dayanan duygusallık olsa gerek. Böyle ortamlarda sadık ama performansı rölantide girmiş kişilerin sayısı maalesef artıyor.
Bu sorununun da aslında çözümü çok net: İnsani değerleri zedelemeden performans kültürüne doğru şirketi yöneltmek, böylelikle biraz rahatı biraz bozup şirket içindeki adrenalini artırmak.
İnşallah bir gün Almanya ve Japonya da olduğu gibi sanayiyi ne kadar homojen bir şekilde ülkemize yayarsak, bu ülke gelişecek ve refaha ulaşacak. Sonuç olarak; ne zaman ilk 500 firmanın önemli bir kısmı Anadolu'da konuşlanacak o zaman gerçekten ülkemiz gelişmiş bir ülke olacak.
More Less